BİR KAÇ HAFTADIR MEDYA DA TARTIŞILAN BİR KONU MAYIN TEMİZLEME OLAYI HİÇ GÜNDEMDEN DÜŞMEDİ HERHALDE BU UZUN SÜRE DEVAM EDECEKMİŞ GİBİ DURUYOR NİYE BU KADAR MAYINLARIN ÜZERİNE DURULUYOR VEYA NİYE ÇÖZÜLEMİYOR OLAYIN ARKASINDA BİZİM ANLAMADIĞIMIZ OLAYLARMI TEZAHÜR EDİYOR ANLAMIŞ DEĞİLİM.
ANLADIĞIM KADARIYLA MAYINLARI DÖŞEYEN TSK FAKAT İHALE BAŞAKA PARAVAN ŞİRKETLERE VERİLMEK İSTENİYOR... ACABA NEDEN?...... TSK BU MAYIN TEMİZLEME OLAYINI HALLEDEMİYECEK KADAR BECERİKSİZ BİR KURUM MU OYSA DEVLET BÜÇESİNİN HEMEN ÜÇTE BİRİ KADAR SAHİP OLAN TSK BU DURUMA KARSIN ACZİYETİNİ BELİRTTİYOR.... HÜKÜMETİN BU FARKLI BİR TUTUM SERGİLEMESİ ÇOK VAHİM BİR DURUM ONU BIRAKIN ANA MUHALEFET PARTİSİNEDE YANİ CHP MALZEME ÇIKIYOR... ŞUANA KADAR DEVLET TARAFINDA ADAM AKILLI BİR AÇIKLAMA YAPILMADI OYSA TBMM DE KAVGA EDECEKLERİNE TARTIŞACAKLARINA BU KONU HAKKINDA MİLLETİ AKILLI BİR ŞEKİLDE BİLGİLENDİRİLMESİ GEREKİYOR TABİKİ BURDA OTURUP YAZMAK KOLAY FAKAT BAZI GERÇEKLERİ ARAŞTIRINCA YAPILAN YANLIŞA KARŞI BİR SAVUNMA İSTEĞİ DUYUYORSUN
BİRAZ KONU ARAŞTIRINCA BAZI GERÇEKLER ORTAYA ÇIKIYOR MAYIN TEMİZLEME İŞİ BİR İSRAİL FİRMASINA VERİLMEK İSTENİYOR . BUNA KARŞILIK BU FİRMA MAYINLARI TEMİZLEMEK İÇİN DEVELT BÜTÇESİNİ SARSACAK KADAR BİR BEDEL İSTENİYOR VE BUNU YANINDA 49 YILLIĞINA TEMİZLEDİĞİ TOPRAKLARI KULLANMA HAKKI VERİLECEK VE BU TOPRAKLAR TARIMA ELVERİŞLİ TOPRAKLAR ONU BIRAKIN BU TOPRAKLARIN ALTINDA PETROL VAR YANİ BU FİRMA EĞERKİ BU İHALEYİ ALIRSA ÇIKAN PETROLÜN SAHİBİDE OLABİLECEK ZATEN PETROLÜN ÇIKACAĞİ AŞİKAR YANİ O FİRMA KAR ÜSTÜNE KAR EDECEK
EĞERKİ BU İHALE İSRAİLLİ BİR FİRMAYA VERİLİRSE TÜRKİYE İÇİN BİR TEHDİD UNSURUDA OLUŞTURMA İHTİMALİ OLABİLİR
BİR NEVİ BU ADAMLARIN ARZULADIKALRI FIRAT DİCLEYİ MEZOPOTAMYA TOPRAKLARINI HEDİYE VERMİŞ GİBİ OLACAĞİZ
SONUÇ OLARAK BU MAYIN TEMİZLEME OLAYI DEVLET TARAFINADN BU ŞEKİL YAKLAŞILMAMASI LAZIM
EĞERKİ YOKALŞIYORLARSA BİLE **onlar içimizdeki mayın olurlar** VE OLAMAYI HAKK EDECEKLERDİR BU OLAYA DAHA DUYARLI YAKLAŞMALILAR ÇÜNKÜ BU OLAY BÜYÜK BİR TEHLİKEYE YOL AÇABİLİR....
4 Haziran 2009 Perşembe
27 Mayıs 2009 Çarşamba
**** HAMDOLSUN****

BU KELİME BİR KAÇ AYDAN BERİ KULLANIYORUM.BU KELİME SAYIN BAŞBAKANIMIZ RECEP TAYYİP ERDOĞAN TARAFINDAN KULLANILDI VEYAHUT GÜNDEME GELDİ BİR ÇOK İNSAN TARAFIDAN MÜSBET VE MENFİ BİR ŞEKİLDE KULLANILDI. FAKAT BEN BU KELİMEYİ HAMDOLSUN MÜSBET MANADA KULLANIYORUM. KONUYA DÖNMEK GEREKİRSE BİR EĞİTİM DÖNEMİNİ BİTİRDİK . BEN BU SENE İÇERİSİNDE BİR ÇOK KONUDAN FAYDALANDIĞIMI SÖYLEYEBİLİRİMKİ ZATEN BÖYLE OLDU ÖZELLİKLE PUB DERSİNDE SEÇİLEN KONULAR BENİM ÜZERİMDE FARKLI AÇILIMLAR İFŞA ETTİ. ÖZELİKLE TK DERSİNDE İŞLENEN MAKALELERDE BİR ÇOK DÜŞÜNCENİN YANLIŞLIĞI VE BU YANLIŞLAR İÇERSİNDE FARKLI AÇIDAN BAKMAYI ÖĞRENDİM DİYEBİLİRİM CMN ŞER OLARAK GÖRÜNSEDE BİR ÇOK HAYRA SEBEB OLDU EĞERKİ BUNU MUHAKEMSİNİ KENDİ İÇİNİZDE YAPARSANIZ İNANİN GÖREBİLİRSİNİZ. HAMD OLSUN BİR DÖNEM BİTTİ. İNŞAALLAH YENİ DÖNEMDE HAYIRLI
BİR İLİM ALMA DİLEĞİYLE
**** ŞUAN AYDIN'LA BERABER DÖNEMİN KAPANIŞINI NARGİLE İÇEREK KUTLUYORUZ...
VESSELAM
6 Nisan 2009 Pazartesi
çok geç!
...farkın olsun!...
*
*
Yalnızca bakma, gör
*
Yalnızca duyma, dinle
*
Yalnızca konuşma, iletişim kur
*
Yalnızca yaşama, hisset
*
Ki; bir kuştan ya da bir deliden farkın olsun!
*
(:
*
*
5 Nisan 2009 Pazar
A-Ş-K!
“Aşkı taşıyan her kalbin
muhkem olduğunu zannediyordum oysa.
Meğer aşk, indiği kalbi ihya ediyordu ya,
Meğer aşk, indiği kalbi ihya ediyordu ya,
ihya edemezse yok ediyordu.
Kazasız belasız
Kazasız belasız
kurtulmanın imkânı yoktu.”
31 Mart 2009 Salı
bahar
27 Mart 2009 Cuma
26 Mart 2009 Perşembe
İçimizdeki Masum Çocuk

Bu noktada meseleyi iki yönden ele almak gerekiyor;
1. O masum şirin bebekler nasıl bu hale gelebiliyor?
Tertemiz duygular ile dünyaya gelen insan, zaman içersinde yaşadığı hadiseler ile zihnine bir biçimde yüklenen olumlu ve olumsuz programları birleştirerek belirli düşünce kalıplarına sahip oluyor. Yaşadıklarını doğru algılayıp olumlu neticeler çıkarabildiği ölçüde müspet hareket edebiliyor. Aksi halde etrafa sürekli negatif enerji yayan, güçlü olmaya çalışan ama mutlu olamayan ve çevresindekileri de mutsuz eden bir insan oluyor. İşte böyle bir tablo içersinde birbirimizden şikayet eder hale geliyoruz ve eleştirdiğimiz insanları gördüğümüz o olumsuz davranışlardan ibaret sanıyoruz.
2. Peki, kendimizde ya da iletişim içersinde olduğumuz insanlarda bu tür davranışlar görüyorsak ne yapacağız?
Yapılacak ilk şey, insanların bir davranıştan ibaret olmadığını bilmektir. Ardından insanlardaki çocuk masumiyetini görmeye çalışmak. Çok kızdığımız bir insanı minicik bir bebek olarak kucakladığımızı ve ona şefkat ettiğimizi düşünebiliriz. Zaten o durumdayken bir bebeğin en önemli ihtiyacı şefkat değil midir? Sonra o bebeğe sorabiliriz “sen şöyle olumsuz davranışlar sergileyen biri olmak ister misin?” diye. Tabi ki “hayır” diyecektir kendi dilince. Aynı şeyi kendimiz için de düşünebiliriz. İsteyip de terk edemediğimiz olumsuzluklarımızı hatırladığımızda kendi bebekliğimizi kucakladığımızı düşünebiliriz. Kendikendimize “ben bu bebek kadar masum olabilirim; zaten bu masum bebeklik bana ait” diye telkinde bulunabiliriz. Diğer yandan da konuyu mantık boyutu ile sorgularsak yani davranışlarımızı analiz edip çözüm için irademizi güçlü bir şekilde kullanırsak doğru sonuçlara ulaşmamız mümkün olacaktır. Masumiyetin bu şekilde hep hatırlanması, çocuklarda hep yapageldiğimiz affediciliği kazandıracaktır bize. Kendimize ve insanlara karşı ne kadar affedici olursak hem iç huzurumuzu o oranda temin etmiş oluruz, hem de insani ilişkilerimizi mükemmel düzeye ulaştırma yolunda önemli bir adım atmış oluruz.
Görülüyor ki, etrafta keşfedilmeyi bekleyin sayısız masum çocuk var. Hepinize kendinizden başlayarak bu keşfi durmaksızın sürdürebilmeyi diliyorum. Kim bilir biz büyüklerin çözemediği bu karmaşık ilişkileri belki de çocuklar çözer.
Hepinize iyi keşifler.
22 Mart 2009 Pazar
Hayat Ne Garip

Zira, biz sizi çok iyi tanıyoruz.
* Yukarıdaki resim bugün mail yoluyla geldi bana. Düzene Başkaldırı adını vermişler. Hani hep bahsedilir ya sürü psikolojisi, koyun olmak, çobanlık falan. Müthiş bir ironinin olduğu kanaatindeyim.
Sen Kimsin?
17 Mart 2009 Salı
Kapatır mısınız?
at veya ( bağnaz, taassub) gözlüğü ile
bakan insanoğlu!
Çıkar gözlüğünü vicdanla
bak o zaman herşeydeki güzelliği
görürsün.
bak o zaman herşeydeki güzelliği
görürsün.
Saf olmak o kadar korkutmaz seni.
Bir renge tonlarca mana takmışsın.
Hiçbiri gerçek değil senin hayallerin,
girdiğin alemin sana kattıkları.
O renk edepsiz değil, rengi değiştirmeyi bırak, düşünceni değiştir.
-guraba-
14 Mart 2009 Cumartesi
Kendini Bil !!!
13 Mart 2009 Cuma
Idir - A Vava Inouva
Gecenin geç saatlerinde internette tesadüfen rastladığım Cezayir taraflarından mest eden bir koku… Sessiz sakin derinden alıp götüren… Bir otobüs var hayalimde, ıssız yollarda, hemen bir ikindi sonrası. Dağlar, yamaçlar kızarmış güneşin kızıllığında, sanki al yanaklı bir köylü kızı… Otobüs dağlar teper aşarken ve hep bir ikindi sonrasının kızıllığı varken ve hep hayalini kurduğum gibi… Çalıyor işte şarkı, dilim dönmüyor eşlik edemiyorum. İçten, hani böyle kalbin kan pompalaması gibi, ritim tutuyorum… Buyurun dinleyin:
Yeni sınıfın ideolojisi: Kariyerizm ve Konformizm

Artık bunlardan bahsetmek “ideolojik takılmak” oluyor.
Şimdi yükselen trend veya yeni sınıfın ideolojisi: Kariyerizm ve Konformizm!
Sağcı, solcu, İslamcı, liberal, Kürtçü, Türkçü, Atatürkçü fark etmiyor. Bu yeni “izm” değil dört eğilimi; bütün eğilimleri, grupları, fraksiyonları tek bir bayrak altında birleştiriyor.
Sloganı şu: Dünyanın bütün ‘bir yere gelmek’ isteyenleri! Birleşin!
Felsefesi de şöyle: İhale kap, köşeyi dön, malı götür. Bir baş ol; istersen soğan başı!
Tarihsel diyalektiği de şöyle kuruluyor: 20’sinde radikal, 30’unda realist, 40’ında hümanist, 50’sinde hortumcu olunur. Hayatın diyalektik akışı hortumculuğa doğru zorunlu bir süreç takip eder.
Ortak özellikleri de şunlar: Paraya taparlar, kariyeri yüceltirler, konfora bayılırlar. Komünizm, sosyalizm, İslam, liberalizm, Türklük, Kürtlük, Atatürkçülük vs. “bir yere gelmek” için sadece bir araçtır. Önemli olan bir yere gelmek, soğan başı da olsan bir baş olmak, odun da olsan aday olabilmektir. Bir yere gelince, bir baş olunca her şey biter.
Solcuysan “emperyalizm, proletarya, sermaye” vs., sağcıysan “Türk-İslam davası, İ’lay-i Kelimetulah” vs., İslamcıysan “Allah, kitap, peygamber” söylemlerini terk edersin. Yeni pozisyonda artık bunlar gayet “ideolojik” kaçan şeylerdir. Yeni sınıfın argümanlarını benimsersin. “Küreselleşen dünyada…” diye cümleler kurarsın. Dünyaya ayak uydurmaktan, değişmekten, gömlek çıkarmaktan filan bahsedersin. Mücahit/müşahit/müteahhit “zorunlu” süreçlerinden geçerek en sonunda her şeye müsait hale gelirsin. “İdeolojik” konuşmaz, boyuna “hizmet”ten bahseder, sessizce “ihale” götürürsün.
“Yenilenmek” gibi alemin ruhu olan asil bir çabayı, kartalın yaşamını uzatmak için tırnaklarını sökmesi gibi “zorlayıcı bir içkinle” değil; kariyer ve konfor gibi gayet bencil ve aşağılık bir amaç için kullanırsın. Tırnakların hala yerinde durduğu için aslında bu yenilenme filan da değildir…
Kariyeri ve konforu bir tür “nirvana” olarak görürsün. Buna kitlenmiş bir zihin için “satış” gayet kolaydır. Anında tornistan hiç de zor almaz. Fena fi’l-kariyer ve fena fi’l-konfor en büyük manevi hazzın olur. Ona ulaştın mı artık varlık nihayete erer; bütün söylemlerin, ihtirasların, kavgaların sükuna erer. İyice yumuşar, yavşar, mayışır ve alemi seyre dalarsın…
Peki, nice koç yiğidi yavşatan, öleni öldürüp kalan sağları kendine meftun eden bu “aşufte” (kariyerizm/konformizm) ne menem bir şeydir? Gücünü nereden almaktadır? Dahası bunun bir panzehiri olmalı, ama ne?
Kanımca, bu, değil Müslümanlığın, insanlığın baş belası bir hastalıktır. Yeni bir dünyanın kurulması için ortayı çıkan bütün dinler ve devrimler, acılar ve ızdıraplar içinde doğmalarına rağmen işte bu kariyerizme ve konformizme yenilmişler ve bu devran hep böyle sürüp gitmiştir.
(kısaltılmıştır)
R. İhsan ELİAÇIK
Reel sektör bu kafayla `reel olarak` batar

Kaynak:Referans Gazetesi
Hiç Bir Şey Tarif Edilemezken

bir kız,
büyüyüp serpiliyorken
saçların tülbentin altında unutmuş
işvesin şol ırmağa düşürmüş
eteğin bir taş kalbe takılmış da
ayağına ar'dan pabuç geçirmiş
**
*
bir kız,
büyüyüp serpiliyorken
suzenî hayaller devşirirken
elleri kınalanmış
gözleri hârelenmiş
kız olduğu naralanmış
**
*
bir kız,
büyüyüp serpiliyorken
yağız yüzler düşürmüş ardına
çocukluğu üşürmüş ardında
...
...
*
*
*
*
Hiçlik Üzerine..

Hiçliği düşündünüz mü hiç? Böyle bir şeyin olasılığını hiç hayal ettiniz mi? Ya da bir anlığına yabancılaşma ve yalnızlık hissettiniz mi? Bu garipliğin derinliğinde kayboldunuz mu? Soruların ve istemenin yok olduğu o anı hiç tattınız mı? Bu soruların en az birini sorgulayan birileri var mı buralarda? Benliğin dışına taşıp evrene sığamadığınız oldu mu? Bedeninizin dışında gelişen-gelişmeyen bir evreni hiç hayal ettiniz mi? Gerçeklik denilen yanılsamanın diğer tarafına geçtiniz mi? Kaygan ve tehlikeli olan ormanlarda gezindiniz mi? Kurgudan uzaklaşıp, düşünsüzlük seviyesine geçip nesneye yabancılaştınız mı? Bensizliğin macerasını ve insana kattığı o eşsiz şeyi; Biricikliği bilir misiniz? Üretkenliğin ifade edilemeyip sayılamadığı o yere hiç gittiniz mi? Peki, tüm değerlerin sıfırlanıp hiçbir yere sığmamasını nasıl anlamlandırırsınız?
Savaşların en çetinidir Hiçlik. Kendine dönme arzusunun simgeleşmiş halidir. Sıfırın sıfırla kavgasıdır. Ulu olanın, yüceltilenin alaşağı edilmesidir. Bire teslim oluşu ifade eder, tekilliğin nihai sonuç olduğu yegâne zekiliktir. Türevleşen yokluğun yarattığı zenginliktir. Kötümserliğin müjdelediği ruh kararmasıdır. Kendini beğenen hayvanın bu bencilliğini neden bu kadar arzuladığının sebebidir.
“Ne? Demek arıyorsun? Kendini on’a yüz’e katlamak istiyorsun demek? Yandaşlar arıyorsun ha? Hiçlikler ara!”(Nietzsche, Putların Alacakaranlığı, Özdeyişler Ve Oklar)
Öznenin kendine yardım etmesidir. Toplam iyiliği ve sevinci parçalayıp beraberinde getirdiği boşalmadır. Gücün tekrar yüceltilmesi için güçten düşmektir. Duygusuzluktur, değersizliktir. Aşırılığını zamansızlıktan ve mekânsızlıktan alır. İşte bu yüzden bilinen hiçbir şeydir, hiçlik bilinemeyen özgürlüktür. Tadılmamış ve hissedilmemiş olana gebe bir dişidir, sıfatsız, erkeksiz.
Sahici misin? Yoksa yalnızca bir oyuncu mu? Bir temsilci? Yoksa temsil edilenin kendisi mi? Sonuç olarak bir oyuncunun taklidinden başka bir şey değilsin… İkinci Vicdan sorusu. (Nietzsche, Putların Alacakaranlığı, Özdeyişler Ve Oklar)
Tüm bu yazılanların ışığında hiçliğin tanımsızlığı vurgulanarak ona yüklenen biriciklik getirisi ön planda tutuldu. Bunun nedeni kişisel ve tamamıyla algı dışında cereyan etmesiydi. Bu yüzden “O” teklikteki tekil ben’e aitti. Arayışın ve çokluğun bittiği mecradır ve onu yani hiçliği bulmak gerçekten savaşların en çetinidir.
12 Mart 2009 Perşembe
yalnızlık...
*
“Paylaşılsa yalnızlık olmaz.”
“İlk yazı önce kendinde oluştur”
“ve sonra büyüt hiç solmayanı.”
Yalnızdır, yalnızlığını taşır gittiği yerlere.
-guraba-
“İlk yazı önce kendinde oluştur”
“ve sonra büyüt hiç solmayanı.”
Yalnızdır, yalnızlığını taşır gittiği yerlere.
-guraba-
MALCOLMX

Bir taş at.
Bir taş daha at.
Bir şiir ateşle. Bir yumruk yükselt.
Sesini yükselt.
Bir çocuk yetiştir.
Bir maske tak.
Duvara bir slogan yaz.
Şehitleri an.
Bir hayal kur.
Bir barikat kur.
Tarihine sahip çık.
Sokaklara sahip çık.
Bir slogan at.
Bir kurşun at.
Bir tohum ek.
Bir ateş yak.
Bir cam kır.
Terle.
Sahte belge düzenle.
Bir bildiri bastır.
Bir kanun kaçağını barındır.
Bir yara sar.
Bir dosta sevgi göster.
Silahını temizle.
Hakikati söyle.
Bir miting düzenle.
Arkanı kolla.
Gökyüzüne bak.
İz bırakma.
İşçilerden öğren.
Bir yoldaşa öğret.
Bir hücreyi ziyaret et.
Bir savaş esirini kurtar.
FBI'ın gizli dosyalarını çal.
Kendi kalbini çal.
Parolayı aklında tut.
Bir aynasızı silahsızlandır.
Bir füzeyi çalışmaz hale getir.
Bir fıkra anlat.
Bir plan yap.
Bir ümit ışığı gör.
İsmini değiştir.
Bir teoriyi test et.
Bir dogmaya meydan oku.
Korkunu kullan.
Bir damla gözyaşı akıt.
Haritayı incele.
Hainlerle hesaplaş.
Ağırlığını hakkıyla taşı.
Biraz daha ağırlık kazan.
Sevmek için mücadele et.
Sevdiğini bir daha söyle.
Sınırı aş.
EL HAC MALİK el-ŞAHBAZ
MALCOLMX
Bir taş daha at.
Bir şiir ateşle. Bir yumruk yükselt.
Sesini yükselt.
Bir çocuk yetiştir.
Bir maske tak.
Duvara bir slogan yaz.
Şehitleri an.
Bir hayal kur.
Bir barikat kur.
Tarihine sahip çık.
Sokaklara sahip çık.
Bir slogan at.
Bir kurşun at.
Bir tohum ek.
Bir ateş yak.
Bir cam kır.
Terle.
Sahte belge düzenle.
Bir bildiri bastır.
Bir kanun kaçağını barındır.
Bir yara sar.
Bir dosta sevgi göster.
Silahını temizle.
Hakikati söyle.
Bir miting düzenle.
Arkanı kolla.
Gökyüzüne bak.
İz bırakma.
İşçilerden öğren.
Bir yoldaşa öğret.
Bir hücreyi ziyaret et.
Bir savaş esirini kurtar.
FBI'ın gizli dosyalarını çal.
Kendi kalbini çal.
Parolayı aklında tut.
Bir aynasızı silahsızlandır.
Bir füzeyi çalışmaz hale getir.
Bir fıkra anlat.
Bir plan yap.
Bir ümit ışığı gör.
İsmini değiştir.
Bir teoriyi test et.
Bir dogmaya meydan oku.
Korkunu kullan.
Bir damla gözyaşı akıt.
Haritayı incele.
Hainlerle hesaplaş.
Ağırlığını hakkıyla taşı.
Biraz daha ağırlık kazan.
Sevmek için mücadele et.
Sevdiğini bir daha söyle.
Sınırı aş.
EL HAC MALİK el-ŞAHBAZ
MALCOLMX
İstanbul ve Aşk!

İstanbul ve Aşk deyince belki insanın aklına ilk gelmesi gereken hususlardan bir tanesi mekanların insanlara olan hizmeti ve onlara sindirdiği güzellik duygusudur. Eğer bu mekanlar yaşadığınız yerler sizin içinize bir güzellik katıyorsa bu aşkın orada bir görüntüsüdür.
Fatih’in İstanbul’u alırken aşk ile hareket etmiş olmasının getirdiği bir yaptırım vardır ki , II. Bayezid şehri imar ederken şehrin estetik boyutunu, yani insan ruhuna nasıl olumlu yansır sorusunu daima gündemde tutmuş ve şehri ona göre imar etmiştir. Biliyorsunuz İstanbul’u İstanbul yapan II.Bayezid’tır. Fatih'ten sonraki dönemde her tarafı o imar etmiştir. Yollar yapılmıştır, Bizans’a ait köhnelikler ortalıktan kaldırılmıştır, şehrin bütün güzellikleri ortaya çıkartılmıştır. Bizans’ın eserleri bile ortaya çıkartılmıştır. Hepsi korunmuştur ayrıca. Bütün bunlar içerisinde aslında II.Bayezid’in yapmak istediği şuydu:
Bu şehir, şâirin ifadesiyle bilgelik madeni, irfan ocağı, sokaklarında mârifet satılan bir şehir. Mârifet kumaşlarının ölçüldüğü, kesildiği ve biçildiği, insan elbiselerinin mârifet kumaşıyla dikildiği, şehrin duvarlarının kültürle örüldüğü, kültüre yansımayan hiçbir tuğlanın hiçbir evin duvarına konulmadığı bir şehirden bahsediyoruz. Yani bu şehirde aşk illaki iki insanın birbirini sevmesi manasına gelmez. Belki Azîz Mahmûd Hüdâyî’nin yokuşundan yukarı doğru tırmanırken insanın terlemesi manasına gelir, belki Yahya Efendi’nin orada bir akşam serinliğinde bir boğaz manzarasıdır aşk, öbür taraftan baktığınızda belki Ebû Eyyub-el Ensâri (r.a)’de iç dünyasına dalıp gitmenin adıdır. Yahut ta o derin serviliklerin altında mezarların içerisinde biraz kendisine dünya ve zaman kayıtlarından sıyrılmış bir ânın hikayesidir.
Pierre Loti, Hatice hanım’a orada aşık olduysa Hatice hanımın çok güzelliğinden değildir. İstanbul'un güzelliğindendir. İstanbul’da böyle bir hayatı yaşamak istemesindendir birazda. Eyüp Sultan gibi Pierre Loti sırtı gibi bir yerden şehre baktığınız zaman yanınızda olan insanı güzel görmemeniz mümkün değildir!..
Bu şehr-i Sitanbul ki bi misl ü behâdır
Bir sengine yek pâre Acem mülkü fedâdır
Bir gevher-i yekpare iki bahr arasında
Hurşîd-i cihan-tâb ile tartılsa sezâdır
Nedim
(21.06.2008 tarihli ''Miniaturk Tarih ve Sanat buluşmaları'' kapsamında düzenlenen ''İstanbul'da Aşk'' konulu seminerden İskender Pala hocamızın irticalen yaptığı konuşmadan derlenerek hazırlanmıştır.)
ve Kadınlar...

....... bir kadini aglatirken cok dikkat edin!.......
cunku Allah goz yaslarini sayar!
kadin; erkegin kaburgasindan yaratildi,
kadin; erkegin kaburgasindan yaratildi,
ayaklarindan yaratilmadi.
oyle olsaydi ezilirdi!
Ustun olsun diye basindan da yaratilmadi.
AMA GOGSUNDEN YARATILDI......
Esit olsun diye...Kolun biraz altinda...
Korunsun diye...
KALP HIZASINDA, SEVİLSİN DİYE!
Can Dündar
hani diyorum...
Sustuğu kadarını mı anlar insan...
bir sus(um)luk ömrü olan, hayat romanının?
Bu yüzden midir nedir
susmayışlarım,
yalınayak,
hiç durmamacasına,
kelimelerin peşinden bu koşuşturmalarım...
-guraba-
Seni Seviyorum EY Çocuk!

Baba! Sen suçlu değilsin...
Baba! Neden tutukladılar seni?
Baba! Seni benden neden esirgediler?
Beni bir defa bile öpmeden,
Annemin gözyaşlarını silmeden.
Anne!
Her sabah yanaklarında gözyaşı görüyorum.
Filistin herşeye lâyık değil mi?
Hergün güneşe sesleniyorum...
Anne! Babamı birkez daha görebilecek miyim?
Yoksa, kıyamete kadar bir daha göremiyecek miyim?
Yoksa, annemin gözyaşları kıyamete kadar akacak mı?
Baba, neredesin!
Neredesin!
Baba, neredesin!
Neredesin!
Topraklarımız işgal ediliyor.
Filistin çiçekleri koparılıyor.
Babamı hiç öpmedim,
Güneş doğduğundan beri.
Bayramlar bayramı, şenlikler şenliği kovalıyor.
Şehid üstüne şehid düşüyor...
Babam demir parmaklıklar arkasında!
Kölelerin tutulduğu duvarların ötesinde.
O gün ne zaman?
Parmakların kırılacağı gün ne zaman?
Her sabah çocuklarını öpen babalar!
Çok şey mi istiyorum?
Çok şey mi istiyorum?
Ey ezilmiş çocukluğum
Ben Filistin'in çiçeğiyim
Ve babam demir parmaklıklar arkasında.
Babamı istiyorum...
Babamı istiyorum...
Babamı istiyorum...
........filistinli küçük kızın feryadı...
Kalp ve Göz

Bütün aşk hikâyelerinin en unutulmaz en heyecan verici sahnesi, sevenin sevgiliye ilk baktığı andır şüphesiz. Daha doğrusu, onun yüzünü ilk gördüğü vakit. Âşıktaki içsel değişimin başladığı an, gözün sevgiliye ilk takıldığı saniye dilimidir ve aşığın bütün biyografisi, bu “ilk bakışın öncesi ve sonrası”ndan ibarettir. Kalpte ateşin yükselmesi, aklın ve sabrın ateşe düşmesi o ilk bakış ile başlar. Kılıcın kınından sıyrılması yahut okun yaydan fırlamasıdır bu. Sevgilinin yüzü kınında bir kılıç yahut sadakta bir yay gibidir; bakış onu kınından ve sadağından çıkarır.
Sevgili’nin yüzümü; aşk yangınını alevlendiren ilk kıvılcımdır.
Aşığın kalbi mi, ilk bakıştan sonra suda titreyen bir mehtap.
Göz… Savaşı başlatan haberci.Bakış…
Elde olmayan kader; ilahi kaza.
Ve aşk…
Kalp ile göz arasındaki kutlu bir hadise.
Çok sonraları kalp göze diyecektir ki, “Ben bu onulmaz derde iten sensin. Safayı sen sürdün, acıyı ben çektim. Nimet senin, zahmet benim oldu. Sen sevinirken, kaygılanan ben oldum. Bakışlarını arttırdıkça sen, dertlerimi çoğalttın benim. Zafere eren sen, hezimete uğrayan ben. Sen emirlere itaat edilen hükümdar oldun, ben senin peşinde koşan tebaan. Sen emir ben esir. Sonra devam eder:
- Ey göz! Sen ikisin ben birim. İki kişinin bir ferde saldırıp onu öldürmesi zulüm değil de nedir?… Şimdi ağla o halde; etiğin zulmün cezasını çek bakalım.
Göz buna karşılık ayet-i kerime ile cevap verir: “Gerçek şu ki; gözler kör olmaz, ancak sinelerdeki kalpler kör olur” (Hacc 46)
Göz görünce bir kez geriye ne kalır?
İskender Pala
<
Şimdilerde Herkes Aşık Herkes Mecnun

Şimdilerde herkes mecnun herkes leyla..Nedir bu sürüp giden muamma?
Eline saz alan “aşığım” diyor.Veysel misali türkülere soyunuyor.Kimse de “hoop kardeşim noluyor hele bi dur!”demiyor. “aşıktır” aklı başında değildir deyip müsamaha gösteriliyor.Kimse sorgulamıyor bunlar cidden aşık mı yoksa çehreleri süslü cümlelerle aşka mı boyalı?
Kendine mecnun diyen gerçekten mecnun mu?O makamın hakkını veriyor mu? O etiketi hak ediyor mu? Layık mı o sıfatı taşımaya? Ya da daha doğru bir soruyla o sıfatı taşıyabiliyor mu?
Siz de cevap arıyor musunuz bu sorulara? Varabildiniz mi işe yarar bir noktaya?düşüne düşüne yatak sardı beynim ama hala bir arpa boyu yol gidemedim.
Bir yandan “acaba” diyorum.”haksızlık mı ediyorum?”şimdiki sevdalılara.Cidden onlar da aşk sarhoşuysa?
Ama öbür yanda tecrübeler,okunup zihne işlenen bilgiler ve etraftan edindiğim gözlemler ..hiçbiri “evet” demiyor bu soruya.
Ben biliyorum ki:şimdi aşığım diyenlerin çoğu sevgi yoksunu.ve arayıştalar bir ömür boyu.Şimdiye dek ailede etrafta arkadaşlarında doyuramadıkları-kı doyurmaları da mümkün görünmüyor-o hissiyatı yaşama arzusundalar.Bence bu da kötü değil ama bunun adını koymakta hata.Onlar “aşk” diyorlar buna.”öldüm bittim yandım” feryatları ben asıl bundan şüphe duyuyorum.
Biliyorum..
Yaşım çok büyük olmasa da az çok biz de yaşadık o duygu taşkınlarını.Bende düştüm o girdaplara.O fırtınanın içindeyken her şey çok başka. Ve dışarı çıkıp baktığımda “eyvah..”diyor dilim.eyvah ki ne eyvah…
Aşk meşk değilmiş benimki yada şimdiki gençliğin hissi..Bizimki sonsuz bir yoksunluk.ömür boyu eksik bırakılmış bir yüreğin can çekişi.Bunun en göze çarpan delili her şeyin toz pembe geçişi.Nasıl mı?
Hiçbir şey aslına uygun değildir bu modda.Herşey hayal ülkesinde geçer,yaşanır ve biter.Öyle kolay kolay gerçek dünyaya ayak basmaz bu sevdalılar.Kendi ülkelerinde mutludurlar. Ama acı gerçek yüzlerine çarpınca bu sahnenin adı “hicran” kalır.
Hadi bakalım şimdi bu aşığı (adı Leyla yada mecnun) kim çıkarır o hüzün kuyusundan?
Ona göre hep bir umut vardır en zor zamanlarda bile.En umulmadık köşelerde belirir yarin yüzü.Yeni yeni filizler yeşertir gözyaşlarıyla.Hep varolmayı diler onun dünyasında ama hiçbir vakit bitişmez o “hayal doğrusu” yaşamın akışıyla.Teğet geçtiği noktalar dahi sayılıdır.Gerçek hayat kümesinin dışında bambaşka bir boyuttur.Bu yüzden şimdiki Leyla lar yada mecnunlar bence hakiki aşık değil..bu gurüha bende dahil.
O destanlaşmış hikayelerde mecnun gerçektir Leyla da.
Mecnun yar dediğinin her şeyini bilir.onu olduğu gibi sever.kimse beğenmese de herkesce çirkin bilinse de o “”dünyalar güzeline” aşıktır.
Oysa şimdi..
Herkes rüyalarının prens(es)ine aşık.adını dahi bilmediği yüzünü bile görmediği karşı cinse sevdalı.yazdığı birkaç kelimeye vurgun.ilettiği mesajlara meftun.
Sizce de aşk böyle mi yaşanmalı modern çağda?
Yoksa ben mi çok geri kafalıyım.Hala çöllerde yanan bir mecnun tasviriyle hata mı etmekteyım?
Ya da bu iş cidden her yiğidin harcı değil.ya benim kafam biraz antika.yada yaşananlar kurmaca?
Bir bakıyorsunuz çevrimiçi iki taraf da.sonra cümleler kuruluyor ard arda.ilanı aşklar ediliyor her pencerede.ama “gerçeklik” yok yine sahnede.
Bu eski kafayla ben esaslı bir çileden söz ediyorum size.
Aşk deyince…
Çölün kavurucu sıcağı-dondurucu soğuğu ve gözü kör eden fırtınası.
Aşık hissetmeli savrulan her kum tanesini.seraplar görmeli yer yer.
Ama bilmeli yine de kendi gerçekliğini ve Leyla nın asıl çehresini.onu öyle sevmeli
Sevebilmeli..
Günümüz sevdaları bu yüzden hoş gelmiyor bana.Bugün Leyla x ken yarın y oluveriyor.”Aşkından ölürüm” diyenlerden ölmedi kimse…baktılar ki Leyla sırra kadem bastı.Mecnun yeni ufuklara yelken açtı.Yeni bir nick le yeni bir adresle yepyeni bir kimlikle…
Gel de aşık ol şimdi bunca şeyi bile bile…
-guraba-
11 Mart 2009 Çarşamba
AN GELİR
10 Mart 2009 Salı
HER GELEN BÖYLE DEDİ

HER GELEN BÖYLE DEDİ
Türkiye`den gelen birine sordum,
Sordum ya el sürme yarama dedi.
Kim ne derse desin, her şeyi gördüm,
Dokunma orama burama dedi.
Dedim, gardaş neden? Dedi ki dinle!
Sebep arıyorsan, sebebi tonla,
Tek tek söyliyeyim ârifsen anla!
Yurdun hali dönmüş drama dedi.
Gümrükçü istedi, avanta haydi!
Nerde ise beni don gömlek koydu.
Yollarda trafik polisi soydu,
Zor attım kendimi yöreme dedi.
Ne ise bunları kenara bırak.
Zenginin sofrası baklava, börek,
Fakirin evinde tamtakır terek,
Karnında bir lokma arama dedi.
Parası olanın işi yolunda,
Vitrin vitrin gezer karı kolunda,
Köylünün mahslü şişmiş elinde,
Kâr kalmış çektiği cereme dedi.
İşçinin evinde bir dirhem et yok,
Bebeği ağlıyor, anada süt yok,
İşinde güven yok, yuvada tat yok,
Düşünmekten düşmüş vereme dedi.
Onbini bulmuyor asgari gelir.
Beşbin kira verse geri ne kalır?
Kınamamak lazım acından ölür
Memur mecbur kalmış harama dedi.
Dedim daha varmı? Dedi ki bitmez.
Piyasa bir alem, gün günü tutmaz.
Bir günde bir eve on ekmek yetmez,
Ekmek inmiş üçyüz gırama dedi.
Her sabah onbinle çarşıya çıktım,
Akşama beş kuruş kalmamış baktım,
Aldığım bir şey yok, nerde bıraktım.
Ne oldu bilemedim parama dedi.
Resmi dairelik bir işin çıksa,
Boyun kıravatsız, ayak çarıksa,
Hele de askerden ahbabın yoksa,
Kimse bakmaz derde, merama dedi.
Dedim ki; anarşi..! Dedi; eh bitmiş..!
Velâkin sefalet yerini tutmuş.
Sırtımdaki hançer, karnıma batmış.
Böyle mi bakılır çareme dedi.
Köşeleri meyhaneler bürümüş,
Küfür çiçek açmış, iman çürümüş,
Şehirlerde fuhuş almış yürümüş,
Bunlar hep yokluktan türeme dedi.
Türkiye müslüman, birisi sorsa!
En baştaki adam orucu yerse(!)
Bu millet de onu ekranda görse;
Kim uyar dinime, töreme dedi.
Ah... Ulan ah dedi, şu felek yok mu!
Milliyetçi hapis, bu şimdi hak mı?
Dedim; hukuk varmış..!
Dedi hukuk mu..!
Vatan hainleri hür ama dedi.
Dedim ki; anlatma kalmadı neşem.
Dedi; Arif gardaş nasıl konuşam?
Giden ağam dedik, gelene paşam,
Bizde de kabahat var ama dedi.
Türkiye`den gelen birine sordum,
Sordum ya el sürme yarama dedi.
Kim ne derse desin, her şeyi gördüm,
Dokunma orama burama dedi.
Dedim, gardaş neden? Dedi ki dinle!
Sebep arıyorsan, sebebi tonla,
Tek tek söyliyeyim ârifsen anla!
Yurdun hali dönmüş drama dedi.
Gümrükçü istedi, avanta haydi!
Nerde ise beni don gömlek koydu.
Yollarda trafik polisi soydu,
Zor attım kendimi yöreme dedi.
Ne ise bunları kenara bırak.
Zenginin sofrası baklava, börek,
Fakirin evinde tamtakır terek,
Karnında bir lokma arama dedi.
Parası olanın işi yolunda,
Vitrin vitrin gezer karı kolunda,
Köylünün mahslü şişmiş elinde,
Kâr kalmış çektiği cereme dedi.
İşçinin evinde bir dirhem et yok,
Bebeği ağlıyor, anada süt yok,
İşinde güven yok, yuvada tat yok,
Düşünmekten düşmüş vereme dedi.
Onbini bulmuyor asgari gelir.
Beşbin kira verse geri ne kalır?
Kınamamak lazım acından ölür
Memur mecbur kalmış harama dedi.
Dedim daha varmı? Dedi ki bitmez.
Piyasa bir alem, gün günü tutmaz.
Bir günde bir eve on ekmek yetmez,
Ekmek inmiş üçyüz gırama dedi.
Her sabah onbinle çarşıya çıktım,
Akşama beş kuruş kalmamış baktım,
Aldığım bir şey yok, nerde bıraktım.
Ne oldu bilemedim parama dedi.
Resmi dairelik bir işin çıksa,
Boyun kıravatsız, ayak çarıksa,
Hele de askerden ahbabın yoksa,
Kimse bakmaz derde, merama dedi.
Dedim ki; anarşi..! Dedi; eh bitmiş..!
Velâkin sefalet yerini tutmuş.
Sırtımdaki hançer, karnıma batmış.
Böyle mi bakılır çareme dedi.
Köşeleri meyhaneler bürümüş,
Küfür çiçek açmış, iman çürümüş,
Şehirlerde fuhuş almış yürümüş,
Bunlar hep yokluktan türeme dedi.
Türkiye müslüman, birisi sorsa!
En baştaki adam orucu yerse(!)
Bu millet de onu ekranda görse;
Kim uyar dinime, töreme dedi.
Ah... Ulan ah dedi, şu felek yok mu!
Milliyetçi hapis, bu şimdi hak mı?
Dedim; hukuk varmış..!
Dedi hukuk mu..!
Vatan hainleri hür ama dedi.
Dedim ki; anlatma kalmadı neşem.
Dedi; Arif gardaş nasıl konuşam?
Giden ağam dedik, gelene paşam,
Bizde de kabahat var ama dedi.
AKP ve CHP KARDEŞTİR!

iktidar ve anamuhalefet meydanlarda rant için kavga ediyorlar. 29 Mart yaklaştıkça kavganın dozunun artacağına inanıyorum. Gelin şu kalan sürede projelerinizi açıklayın. Millet önünde kavga etmeyin, projelerinizi tartışın. Kavganın millete faydası yok. AKP, 5 yıl boyunca dışa bağlı bir ekonomi yürüterek vatandaşları açlığa mahkum etti. Derviş`in programını uygulayarak geldiği nokta ortada. Her kesimin tezgâhı dağıldı. Fabrikaların kapısına kilit vuruldu, son 4 ayda 1 milyon 454 bin kişinin işsiz kaldı. Sosyal devlet demek patates, un, beyaz eşya dağıtmak değil. Sosyal devlet demek iş imkânı sağlamak demektir. Türkiye Dubai modeli ile kalkınmaz. Türkiye, büyük Türkiye modeli ile kalkınır.
CHP Kocaeli Büyükşehir belediye başkan adayı Sefa Sirmen`in `her mahalleye Kur`an kursu` vaadine, açılımın CHP ile AK Parti arasında tartışma malzemesi yapılarak rafa kaldırıldı. "İlk bu açılım yapıldığında ben de destek verdim. Ama samimiyetlerine inanmadım. CHP bu açılımı yaptı, AKP eleştirdi. İkisinde de samimiyet yok. Şimdi CHP`ye sesleniyorum. Eğer bu konuda samimi iseniz, ilk önce 15 yaşından küçük çocukların Kur`an öğrenme yasağını kaldırmak için teklif verin. Kapalı olan bin 450 Kur`an kursunun açılmasını sağlayın."
Görüldüğü gibi akp ve chp arasında pratikte hiçbir fark yoktur, teoride biri muhafazakar diğeri demograt görünsede pratikte aralarında hiçbir fark yoktur. Bunu şurdan da anlamaktayız. İki partininde dış politikası, ımf ye bakışları, ab ye kucak açmaları iğneden ipliğe herşeyleri aynı.
AKP ve CHP KARDEŞTİR!
Yorum sizlerin...
-guraba-
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)