29 Aralık 2008 Pazartesi

..........................FİLİSTİNİZ.....................................











NELER OLUYOR BU DÜNYADA ÖZĞÜRLÜK DEMOKRASİ HÜRRRİYET DAĞATACAĞIMM DİYE MEYDANA CIKAN BİR TAKIM DEVLETLER ASLINDA TAM TERSİNE FALİYETLER YÜRÜTÜYORLAR SON YILLARDA BU DEMEÇLERİ VERDİKLERİ HALDE ADETA DÜNYAYI KATLİYAMlAR VE YAPIP DURUYORLAR VE HALEN TÜRKİYE DEVLETİ BU DURUMLARI KINAYIP DURUYOR FAKAT BİR FALİYET GÖZÜKMÜYOR NEDEN BİR DEVLET OLARAK BUKADAR SESİZ KALABİLİYORUZ BU DRUMU HİÇ ANLAMIŞ DEĞİLİM YOKSA BİZİM BAŞBAKANDAMI İSRAİL VEAMERİKAN GÜDÜMLÜ ÇALIŞİYOR KANINIMCA ÇALIŞİYOR EVET %47 OY ALMİŞ BİR PARTİ HALKI TEMSİL ETTİKLERİNİ ZANNEDİYORLAR NEREDESİNİZ YOKSA SİZDEMİ ASLINIZI UNUTANLARDAN MI OLDUNUZ T.C BAZI ŞEYLERİN FARKINA VARMAK İSTEMİYOR BU YAHUDİLERİN YAPMAK İSTEDİKLERİNİ VE YAHUT İŞLERİNE GELMİYOR ÇÜNKÜ BU ADAMLAR KOLTUK SEVDALILARI BU ADAMLAR HİZMET EDEN İNSANLAR DEĞİL BU ADAMLAR SADECE LAF YAPIYORLAR ARKADAŞLAR BUGUN FİLİSTİNİN ,IRAK BAŞINA GELENLER UNUTMAYALIM Kİ BİZİMDE BAŞİMİZA GELEBİLİR ŞUURLU VE DİKKATLİ OLALIM...................















25 Aralık 2008 Perşembe

kriz üzerine

Global krizin bütün ağırlığını hissettireceği yeni yılda hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Köklü değişikliklerin yaşanacağı alanlardan birisi, şirket hayatı...Global krizin bütün ağırlığını hissettireceği yeni yılda hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Köklü değişikliklerin yaşanacağı alanlardan birisi, şirket hayatı. Yani, makro plandaki büyük sarsıntı işletme bazında da her şeyi altüst edecek.
İyice yaklaşmış bulunan 2009'da şirketlerde herkes için zorluklar var. İşverenlerin çoğu yine maaş ve ücretleri en büyük maliyet unsuru olarak görecek ve işten çıkarmalar maalesef daha yaygınlaşacak. İşine son verilenlerin çoğu yeni iş bulamayacak, küçük bir kısmı başka bir işe girebilecek.
Bu ortamda, insan kaynakları siteleri, kelle avcıları (head hunters), iş avcıları (job hunters) olağanüstü ilgi görecek. Ama bunlar insanlara işten ziyade ümit dağıtabilecek.
Eğitim noksanı olanlar bunun acısını hissedecek, yüksek lisans ve özellikle MBA diploması iş bulmada veya işini muhafaza etmede önemli rol oynayacağından, lisans mezunları her zamankinden daha ziyade bu niteliklerin peşinde koşacak. Astronomik ücret ve primler mazide kalacak, büyük paralar ne yöneticiler tarafından talep konusu edilebilecek ne de işveren tarafından ödenmek istenecek.
İşletme yaşamındaki, üretim, finans ve pazarlama fonksiyonlarından finans, ağırlığını fazlasıyla hissettirecek. İşlerin canlı olduğu dönemde abartılan pazarlama bu kez öneminden kaybedecek. Şirketler hayat memat günleri yaşayacağından geleneksel operasyon-pazarlama çekişmesi kendiliğinden duracak. Operasyon, pazarlamanın önünde gidecek. Pazarlama yöneticileri kaybedenler arasında olacak, statüleri düşecek, pazarlama bütçesi daralacak. İnternet ve reklamcılık, pazarlamacıların önemini azaltacak, hatta fonksiyonunu tartışmalı hale getirecek.
Şirketin faaliyetini sürdürebilmesi ve kriz veya durgunluktan sağ salim çıkabilmesi büyük ölçüde finansal yönetiminin yeterliliğine bağlı kalacak. Başarılı finans yöneticilerinin işi çok ağırlaşacak ama bunlar patron ve tepe yönetimi nezdinde çok değerlenerek, hiyerarşi kademelerinde yukarılara tırmanacak.
Son 10 yılın gözdesi olan insan kaynakları yönetici ve departmanlarının yetkileri daraltılacak, unvanlarının içi boşalacak, işlerini muhafaza etmeleri bile çok zorlaşacak. İnsan kaynakları müdürü, fiilen personel müdürü, departmanı da personel servisi konumuna gerileyecek.
Tepe yönetiminin hakimiyeti iyice belirginleşecek, üst yönetim dışında kalanların şirket içindeki ehemmiyetleri nispeten kaybolacak. Yönetim kurulu toplantıları gergin ortamlarda yapılacak, fikir çatışmaları keskinleşecek.
Gençlik, yetenek ve girişimcilik sözleri pek telaffuz edilmeyecek. Yetkilendirme, şirket-içi demokrasi gündemden düşecek. Onların yerine, deneyim, çalışkanlık ve fedakârlık deyimleri revaç bulacak.
Liderlik tarzı değişikliğe uğrayacak. Güçlü, otoriter ve karizmatik lider tipi gözden düşecek, demode olacak. İşi ve insanları şirket hedefleri doğrultusunda organize edebilen lider tipi tercih edilecek.
Şirketin gelecekteki konumunu gösteren vizyon ve vizyona ulaşmak için yapılması gerekenleri ifade eden misyon lafları rafa kalkacak. Herkes bugüne ve çok yakın geleceğe odaklanacak. Firmanın 10-20 yıl sonrasını öngören stratejik planlama kimsenin vakit harcamayacağı lüks bir konu olarak addedilecek.
Şirket faaliyeti için gerekli olanlar hariç, her türlü gider kalemi budanacak. Bu bağlamda, çalışanın iş hayatına renk katan iş seyahatleri çok kısıtlanacak, lüks mevkilerde seyahat unutulacak, ağırlama masrafları mümkün olduğu kadar sıfır noktasına yaklaştırılacak. Kulüp üyeliği aidatlarının şirketlerce ödenmesine son verilecek. Lüks otellerde yapılan şirket içi toplantılar mazi olacak, şirket kafeteryasında çay kahve içilmesiyle yetinilecek. Kırtasiye ve ofis malzemeleri stoklamasına son verilecek. Her türlü şirket malının hesaplı olarak kullanılması istenecek. Yılbaşı eşantiyon uygulamasına küçük şirketlerde hiç yer verilmeyecek, büyüklerde en mütevazı düzeye inecek.
Bazı hizmetlerin dışarıdan temini (outsourcing) yararlı görülmeyecek, olabildiğince kendi kendine yeterlilik sağlanmaya çalışılacak.
Zaman

24 Aralık 2008 Çarşamba

ll.ABDÜLHAMİD HAN’NIN PETROL HARİTASI


ll.ABDÜLHAMİD HAN’NIN PETROL HARİTASI

STAR yazarı Aziz ÜSTEL, yıllardır üzerine konuşulan dönem dönem gündeme gelen bir konuyu köşesine taşıdı. Kimi şehir efsanesi olduğunu iddia eder, kimi ise çok emindir? Türkiye gerçekten petrol cenneti mi? 100 yıl önce Abdülhamid Han’ın petrol haritasında bu sorunun cevabı verilmiş. Haritadaki detay gözden kaçacak gibi değil...

TÜRKİYE PETROL CENNETİ Mİ
Habire tartışır dururuz ya?Türkiye petrol denizi üzerinde mi?Güneydoğu fokur fokur petrol kaynıyor mu? Türkiye petrol dolu ama yabancılar çıkarmamıza izin vermiyor mu?!

100 YIL ÖNCE VERİLEN YANIT
Bütün bu soruların yanıtını biri vermiş zaten... Hem de tam 100 yıl önce. Sultan II. Abdülhamid! Özelllikle 19. yüzyılın son çeyreğinde, tüm dünyada gündeme gelen ve ne denli önemli olduğu herkesçe kabul edilen petrol araştırmaları için, Abdülhamid Han, olağanüstü çaba harcamış.


ANADOLU'NUN TAMAMINDA PETROL REZERVİ
Hazırlattığı, ‘tespit haritasında’, Anadolu’nun neredeyse tamamında, yüksek ölçekte petrol rezervi olduğu saptanmış!

Hazine-i Hassa’dan, yani kendi cebinden, parasını ödeyerek yabancı ve yerli mühendislere Musul ve Bağdat havalisiyle, Dicle ve Fırat nehirleri havzasında petrol taraması yaptırdı.

Alman Maden Mühendisi Paul Groskoph ve Habib Necip Efendi’nin başkanlığındaki araştırma birimi, 22 Ekim 1901’de çalışmalarını Abdülhamid Han’a sundu.

HARİTA BİR TÜRLÜ YAYINLANMADI

Bugüne değin her nedense bir türlü yayınlanmayan bu harita, salt Güneydoğu’nun bilinen noktalarında değil, Hakkari ve Bitlis gibi illerde de petrol bulunabileceğini gösteriyor. Haritayı hazırlayan heyet, Bitlis Suyu denilen çayın kıyısı boyunca, önemli petrol rezervleri saptamış.

Heyet Başkanı Paul Groskoph, petrol noktalarını tek tek tespit ettiklerini aktarırken, izledikleri güzergahı da, ayrıntılı bir biçimde anlatıyor. Petrol havzasını karış karış dolaşan Groskoph, Siirt tarafında ve Dicle Nehri kıyısında zengin petrol rezervleri bulunduğunu vurguluyor.

GÜNEYDOĞU'NUN TAMAMINDA PETROL VAR
Güneydoğu Anadolu’nun neredeyse tamamı ve Doğu Anadolu’nun bir bölümünü kapsayan petrol haritası, Diyarbakır, Mardin, Bismil, Hazro Çayı çevresi, Sinan, Batman Çayı çevresi, Dicle Bölgesi, Midyat, Bedran, Tulan, Siirt, Botan Çayı çevresi, Habur, Fındık, Cizre, Bitlis Çayı kıyısı ve Hakkari’de (Çölemerik) çok önemli petrol yatakları bulunduğunu kaydediyor!!

VE HARİTA GÜN YÜZÜNE ÇIKIYOR
Bu harita sonunda gün yüzüne çıkacak! Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü, ‘Osmanlı Döneminde Irak’ adlı kitapta haritayı kamuoyuna sunacak.

Şimdi bu kitap yayınlandığında, göreceğiniz 18 Kasım 1902 tarihli bir belge var! Bu belgeye göre; Musul vilayetindeki petrol madenlerinin imtiyazı Hazine-i Hassa’ya veriliyor, hemen sonrasında da Abdulhamid Han bu imtiyazları maliye hazinesine aktarıyor.

MAHKEME KARARLARI UYGULANMIYOR
Abdulhamid Han’ın tahttan indirilmesi ve İttihatçıların devlete el koyması sonucu, ne harita kalıyor ortalıkta ne de Musul’daki devlet hakları. Ancak 12 Ocak, 1920’de, maliye hazinesine devredilen padişaha ait mallar, tekrar Hazine-i Hassa’ya geri veriliyor. Hanedan üyelerinin uluslararası mahkemelerde sürdürdükleri, Musul’daki mallarını geri alıp Türkiye’ye devretmeleriyle ilgili davalar hala sürüyor. Bu davaların kimini kazandı hanedan üyeleri... Ama türlü çeşitli, tezgahlar yüzünden mahkeme kararları uygulanmıyor bir türlü!

İNGİLİZLERİN MUSUL ÇABASI
Size son bir not. Birinci Dünya Savaşı’nda İngilizler Bağdat’ı almak için harcadıkları paranın tam tamına 7 katını Musul’a sahip olmak için harcadılar!

GÜNEYDOĞU NEDEN KAYNAR?
Şimdi, biraz düşünün hele, neden kimileri Güneydoğu’yu cadı kazanı gibi kaynatır da kaynatır... Neden rahat bi soluk aldırmaz Türkiye insanına ki en azından Abdülhamid Han’ın yaptırdığı harita doğru mudur yanlış mı, saptanabilsin!

16 Aralık 2008 Salı

Türk halkına ahlak anketi

Türk halkına ahlak anketi


Anket ilginç bir tablo ortaya koydu. Suç işlemede frenleyici olan yasalar değil.
ODAK araştırma bir ay süren araştırmasını Türkiye genelinde yaptı. Bin 674 kişi üzerinde yapılan araştırma sonuçları Türk halkının ahlaki yargılarını incelemeye yönelik...

Sonuçlar ise ilginç...Deneklere, davranışlarınıza yön veren temel ahlak kurallarının neler olduğu soruldu. Çıkan sonuç en önemli faktörün din olduğu yönünde. Diğerleri de şöyle sıralanıyor...

En çok çiftçi, ev hanımı ve esnaf "dini" temel davranışlarına yön verici olarak görüyor. Bu oran en az ise beyaz yakalılar ve öğrenci grubu üzerinde etkin. Buna karşılık bu grupta da yasa ve kanunlar dinin üzerinde yer almıyor. Dini öncelik sırasına oturtanların parti dağılımları da araştırılmış. Çıkan sonuç şöyle;

Odak araştırma deneklere "hangi şartlarda rüşvet verilmesinin hoşgörülebileceğini" de sormuş... Çıkan sonuç, Türk halkının rüşvete "ülke çıkarı için dahi" hoş görüyle yaklaşmadığı yönünde... Yanıtlar şöyle;


TÜRK HALKI TUTARLI MI?

Araştırmada doğruluk ve değerlere karşı tutarlılık oranı da ortaya çıktı. Ne sıklıkta "sahip olduğunuz ilke, değer ve inançlarınıza aykırı davranışlarda bulunmak zorunda kalıyorsunuz? sorusunun yanıtı şöyle oldu;
NAMUS CİNAYETİ İLK SIRADA

Türk halkı etik olmayan davranışlar içinde en fazla "namus cinayetlerini" onaylıyor. Bunu "berdel" ile "başlık parası" izliyor. İlginç bir yön ise namus cinayetlerine onay verenlerin siyasi görüşleri... İşte siyasi eğilimlere göre NAMUS cinayeti dağılımı;


Namus cinayetine onay verenlerin büyük çoğunluğunu okuma-yazması olmayanlar oluşturuyor. Eğitim durumu yükseldikçe oran düşüyor.
Etnik olarak ise Araplar ilk sırada... Onları Kürtler izliyor...

EVLİ ERKEK VE KADININ ZİNA YAPMASI

Toplumda evli kadının zina yapmasını “dinen günah / haram” olarak algılayanların oranı “ahlaken ayıp” ve “kanunen yasak” olarak algılayanların çok üzerinde. Zinayı onaylayanlar ise eğitim durumuna göre değişiyor. Diplomasızlar asla kabul etmiyor... İlkokul ve ortaokulda oran çok düşük. Lise ve üniversitede ise yüksek.

Erkeğe hoşgorü kadından fazla

Erkeğin zina yapmasından rahatsız olmayanların oranı kadınların zinasını asla tasvip etmeyenlerin neredeyse iki katı..Bu oran bekar olanrda yüzde 3, beyaz yakalılarda ise yüzde 6.1... Hane geliri 5 bin YTL'nin üzerinde olanda ise yüzde 11.1 oranıda...

VERGİ KAÇIRMA
Vergi kaçırma üzerine toplumun ahlak yapısı da araştırıldı. "Hiç bir sakıncası yok" diyerek normal görenlerin bölgelere göre dağılımı şöyle;



DEDİKODUDA KADIN FARKI

Dedikodu konusunda da görüşler soruldu. Bakın sonuçlar nasıl;


BATIL İNANÇLAR




Bu ilginç araştırmayla ilgili ayrıntıları
http://www.odak1.com/etik.ppt#313,1,Slayt 1 adresinde bulabilirsiniz


15 Aralık 2008 Pazartesi

4 Aralık 2008 Perşembe

KURBAN BAYRAMI






Bayramlar, insanlar arasındaki karşılıklı sevgi ve saygının perçinlendiği günlerdir.

Bayramlar, insanların birbirleriyle olan dargınlıklarını unuttukları, barıştıkları, kardeşçe kucaklaştıkları günlerdir.

Bayramlar,milli ve dini duyguların, inançların, örf ve adetlerin uygulanıp sergilendiği, bir toplumda millet olma şuurunun şekillendiği, kuvvetlendiği günlerdir.

Hep bir arada, sevgi dolu ve huzurlu nice bayramlar geçirmek dileğiyle, Kurban Bayramınız mübarek olsun .

30 Kasım 2008 Pazar

HAFTANIN FIKRASI


Abdullah Gül, Dışişleri Bakanlığı koltuğuna oturunca,bürokratları çağırmış ve "Bana, ülkelerin dış politika anlayışları hakkında bir rapor hazırlayın" demiş. İki gün sonra bir dosya getirmişler önüne. Bakmış,içinde tek bir yaprak ve üzerinde 10-15 satır yazı. Şaşırmış> önce ve "Bu ne?" der gibi dudaklarını büzmüş, sonra okumuş.> "Suudi Arabistan'ın Riyad şehrinde, farklı ülkelerden gelen bir turist grubu, bir dinlenme yerine giderek buz gibi kola ısmarlamışlar. Kolalar gelince bardaklarında birer karasinek olduğunu farketmişler.> İNGİLİZ, başka bir bardakta yeni bir kola istemiş.> İSVEÇLİ, aynı bardakta yeni bir kola istemiş .> FİNLANDİYALI, sineği bardaktan çıkardıktan sonra kolayı içmiş .> RUS , kolayı sinekle birlikte içmiş .> ÇİNLİ, sineği yemiş, kolayı içmemiş .> YAHUDİ, sineği yakalayıp Çinli'ye satmış.> JAPON, değerlendirilmek üzere, sineği Tokyo'ya göndermiş.> YUNANLI, kolanın yarısını içtikten sonra itiraz ederek yeni bir kola istemiş.> NORVEÇLİ, kolayı içtikten sonra bardaktaki sineği balık yemi olarak kullanmış .İRLANDALI, sineği ezip kolayla karıştırmış ve İngiliz'e içirmiş.> AMERİKALI, 5 milyon dolarlık tazminat davası açmış. Arabistan hükümeti, özür dileyerek, 10 milyon dolar tazminat ödemiş.> Bakan, bıyık altından gülerek rapordan hoşlandığını belirtmiş. "İyi, güzel de, bu turist> grubunun içinde bizden biri yok muymuş?" diye sormadan edememiş. "Varmış efendim" diye> cevaplandırmışlar. Bakan devam etmiş, "Peki, o zaman, O ne yapmış?". Bürokratlar biribirinin yüzlerine bakmışlar. İçlerinde en tecrübeli olanı, bir adım öne çıkıp,> cevap vermiş,> "TÜRK, olayı şiddetle kınamış."

26 Kasım 2008 Çarşamba

........ ÇAĞIMIZIN FIKRASI........

Adamın biri New York, Central Park'ta yürüyüş yaparken, aniden kuduz bir
köpeğinin küçük bir kıza saldırdığını görür. Koşar ve köpekle boğuşmaya başlar.
Hayli uzun bir uğraştan sonra üzeri yara bere içinde kaldığı halde köpeği öldürür.
Ama küçük kızın da hayatını kurtarmıştır. Son anda bu sahneyi gören polis nefes
nefese olay yerine koşar ve adam ın yanına gelir. Sarılıp teşekkür etikten sonra
'Sen' der 'bir kahramansın, yarın bütün gazeteler seni yazacaklar. Ve göreceksin
başlık da şöyle olacak; Cesur New York'lu küçük kızın hayatını kurtardı.' Adam
'Ama ben New York'lu değilim!' der. Polis 'Fark etmez, bu durumda gazeteler şunu
yazacaklar; Cesur Amerikalı küçük kızın hayatını kurtardı' cevabını verir. 'Ama
ben Amerikalı da değilim' der adam artık şaşırarak. Polis 'Ya, o halde nerelisin?'
diye sorunca adam cevap verir; 'Ben Iraklıyım!' Polis adama başka bir şey
söylemez. Ama adam ertesi gün gazeteleri aldığında şöyle bir başlıkla karşılaşır;>

> > > 'Radikal İslamcı, masum Amerikan köpeğini öldürdü.'!


DANSÇI OBAMA







TÜRKİYEDE ÖYLE BİRŞEY OLDUĞUNU DÜŞÜNSENİSE...........

24 Kasım 2008 Pazartesi

3 FİLTRE TESTİ

Sokrates, saygıdeğer bir düşünür olarak Eski Yunan’da hatırı sayılır bir ün yapmıştı. Bir gün bir tanıdık büyük filozofa rastladı ve dedi ki:
“Arkadaşınla ilgili ne duyduğumu biliyor musun?” “Bir dakika bekle.” diye cevap verdi Sokrates: “Bana bir şey söylemeden evvel senin küçük bir testten geçmeni istiyorum. Buna 3’lü Filtre Testi deniyor.” “Üçlü Filtre mi?” “Doğru” diye devam etti Sokrates; “Benimle arkadaşım hakkında konuşmaya başlamadan önce, bir süre durup; söyleyeceğini gözden geçirmek iyi bir fikir olabilir. Bu, ona üç filtre testi dememin sebebi. Birinci filtre Gerçek Filtresi. Bana birazdan söyleyeceğin şeyin tam anlamıyla gerçek olduğundan emin misin?” “Hayır” dedi adam, “Aslında bunu sadece duydum ve...” “Tamam” dedi Sokrates; “Öyleyse, sen bunun gerçekten doğru olup olmadığını bilmiyorsun. Şimdi 2. filtreyi deneyelim, İyilik Filtresi’ni. Arkadaşım hakkında bana söylemek üzere olduğun şey iyi bir şey mi?” “Hayır, tam tersi” dedi adam. “Öyleyse” diye devam etti Sokrates; “Onun hakkında bana kötü bir şey söylemek istiyorsun ve bunun doğru olduğundan emin değilsin. Fakat yine de testi geçebilirsin, çünkü geriye bir filtre daha kaldı: Yararlılık Filtresi. Bana arkadaşım hakkında söyleyeceğin şey benim işime yarar mı?” “Hayır gerçekten yaramaz.” dedi adam. “İyi” diye tamamladı Sokrates. “Eğer, bana söyleyeceğin şey doğru değilse, iyi değilse ve işe yarar bir şey değilse bana niye söylüyorsun ki?”

hüzünlü fon ;
















GENAR'dan ezber bozan Güneydoğu araştırması


GENARIN GÜNEYDOĞUDA YAPTIĞI ARAŞTİRMA BİR DOĞULU OLARAK GERÇEKLERİ YANSITIYOR.GÜNEYDOĞUDA EN ÖNEMLİ SIKINTI İŞSİZLİKTİR BU SORUN 85 YILDIR DEVAM EDEN BİR SORUN ŞUANA KADAR HİÇ BİR HÜKÜMET KANAYAN YARAYI DURDURMA BAŞARISI GÖSTERMEMİŞLERDİR.ASLINDA SU ANA KADAR HÜKÜMETLER DOĞUYU İYİ BİR ŞEKİLDE MASAYA YATIRIP ANALİZ EDEMEMİŞLERDİR.EĞER HÜKÜMETLER BU SORUNU ÇÖZSELER DOĞUDA EĞİTİMSİZLİK , ETNİK AYRIMCILIK ,TERÖR OLUŞMAYACAKTIR. BUNUN İÇİN DEVLET EN KISA ZAMAN DA ÇÖZMESİ GREKİYOR AKSİ TAKDİRDE EĞİTİMSİZLİK ARTAR VE TERÖRÜN ÖNÜNE GEÇİLEMEZ..........





















19 Kasım 2008 Çarşamba

CHP ve MHP, devlet ve toplum

Sıkı durun, size bir sır vereceğim.

Biliyor musunuz, onlar da insan!

Nasıl giyindiklerine bakmayın, çok iyi kalpli ve akıllı olabiliyorlar.

Hatta inanmayacaksınız, “örtünen bir kadının kafası aydınlık bile olabiliyor.”

Evet, hayret verici ama “çarşaflı kadınlar arasında bırakın el sıkmayı Deniz Baykal’ı öpenler bile var.”

Hem size tuhaf bile gelse bu, “kılığı kıyafeti ne olursa olsun, yasalara uyan her vatandaşa CHP’nin kapısı açıktır.”

* * *

Yukarıdaki satırlara haklı olarak öfkelenenler, bu satırlardan alınanlar için hemen belirteyim, bu “seçme saçmalar” CHP patentli.

Deniz Baykal, İstanbul Sultangazi’de başörtülü, çarşaflı kadınlara rozet taktıktan sonra, gerek kendisi gerekse partisinin ileri gelenleri, attıkları adımı bu utanç verici açıklamalarla “meşru gösterme” gayreti içine girdiler.

Dinlerken utandım gerçekten...

CHP yetkililerinin, özünde olumlu ve doğal bir siyasi adımı “savunma” durumuna düşmelerine mi acırsın...

Bu defansif cümlelerin yüksekten bakan, hor gören, kucaklar gibi yaparken aslında aşağılayan üslubuna mı içerlersin...

Adındaki “halk” kavramına giderek yabancılaşmış bir partinin şimdi başörtülüler üzerinden halkla temas edince içine düştüğü şaşkınlığa mı pes dersin...

Yoksa Baykal’ın başörtülülerle kucaklaştığı fotoğraf karelerinin ardındaki temel çelişkiye mi öfkelenirsin...

Yükseköğrenim hakkını başörtülülerin elinden almak için canla başla çalışmış bir siyasi partinin liderinin, yerel seçimlere çeyrek kala “kılığı kıyafeti ne olursa olsun her vatandaşa kapımız açık” derkenki ikiyüzlülüğüne mi isyan edersin...

* * *

Baykal’ın, dün CHP Meclis grubunda, gerek başörtülü kadınlara yüksekten bakan cümleler sarf etmesi, gerekse Ergenekon suç örgütünün avukatlığını hiç hicap duymadan sürdürmesi aynı hastalığın tezahürleri.

Bu hastalık, Baykal CHP’sinin sürekli “mış gibi yapmasından” kaynaklanıyor.

CHP son dönemde gerçek bir siyasi parti, dolayısıyla da gücünü toplumdan alan bir örgüt olmaktan büsbütün uzaklaştı.

Partiymiş gibi yapan, oysa çok dar bir ulusalcı çevre dışında halktan kopuk bir devlet organı var karşımızda.

Öyle ki, yerel seçimler “hadi biraz da siyasi parti olalım” refleksini harekete geçirip, CHP yönetimi, Sultangazi’de olduğu gibi halkla gerçek bir temas gerçekleştirdiğinde, örgütün bünyesi bunu kabul etmekte zorlanıyor.

Baykal da çıkıp, hem örgütün içinden ve daracık seçmen tabanından, hem de ulusalcı medyadan gelen “bu kadınların CHP’de işi ne” tepkisine karşı savunma yapmak durumunda kalıyor.

Yazık!

Siyasi parti değil devlet organı olma keyfiyeti, başta Baykal olmak üzere CHP yöneticilerinin Ergenekon yanlısı açıklamalarına da yansıyor; CHP toplumdan kopuk olmayı göze alabildiği için, derin devletin arkasında durmaktan çekinmiyor.

Bir bakıyorsunuz, Genel Sayman Mustafa Özyürek, Genelkurmay’ı Ergenekon sanıklarına yeterince sahip çıkmamakla eleştiriyor.

Ertesi gün Baykal çıkıp Ergenekon davasına “çağın büyük faciası” deme cüretini buluyor; yargıya müdahale etmekten hiç rahatsızlık duymaksızın “siyasi siparişle ortaya çıkmış bir dava... tepeden inme bir dava... savcıların üretmediği bir dava...” diye atıp tutabiliyor.

Hiç şaşırtıcı değil ama çok yazık!

* * *

Adına “ana muhalefet partisi” denen devlet organı, “derin devlete yakın, topluma uzak” tavrını sürdüredursun, üçüncü parti konumundaki MHP, ideolojisi, programı ve gündemi itibariyle şahsen benim tercih ve eğilimlerime alabildiğine uzak da düşse, kanımca CHP’ye kıyasla daha samimi bir siyaset yürütüyor.

Bu farkın en önemli nedeni, CHP’nin aksine, MHP’nin gerçek bir siyasi parti olması.

Evet, MHP de çoğu zaman “devletçi” tavır alıyor ama gerçek ve esasen devletin pek de makbul saymadığı bir toplumsal tabanı var; o tabanla bağlarını korumaya ve o tabanı genişletmeye özen gösteriyor.

Bu nedenledir ki, CHP’nin aksine, MHP’nin son dönemde “Ergenekoncu” diye nitelenebilecek bir söylemden kaçındığını görüyoruz.

Devlet Bahçeli’nin siyasi başdanışmanı Vedat Bilgin’in, Milliyet’te Devrim Sevimay’a söyledikleri bu açıdan dikkat çekiciydi.

Bilgin, Başbakan Erdoğan’ın “o söz MHP’nindir” diye üzerinden atmaya çalıştığı “ya sev ya terk et” ayıbından ısrarla uzak durup özetle şöyle diyor:

“O söylem Ergenekonvari örgütlerin sokaklarda kullandığı, duvarlara yazdığı bir laftır; bu ifadeyle MHP’nin özdeşleştirilmesi haksızlıktır. ...Bu ülkede bu ülkeyi sevmeyenlerin de yaşama hakkı vardır. Bu ülkede bizim gibi düşünmeyenlerin de yaşama hakkı vardır. Bu ülkede doğmuş olmak bu ülkede yaşama hakkını elde etmek için yeterli sebeptir.”

Doğrusu benim, MHP’nin geçmişine ve bugününe ilişkin ciddi eleştirilerim, politikaları konusunda derin kaygılarım var.

Bununla birlikte, Bilgin’in sözlerini şöyle okudum:

Birincisi, MHP kendisi ile Ergenekon arasına mesafe koymaya özen gösteriyor ve bu özenle CHP’den çok farklı, çok daha makul ve topluma dönük bir yerde duruyor.

İkincisi, “ya sev ya terk et” mantığını reddetmesi MHP’yi, Tayyip Erdoğan, Cemil Çiçek ve Vecdi Gönül gibilerinin son demeçleri sayesinde AKP’nin düştüğü “dışlayıcı, itici, defedici” tavırdan uzaklaştırıp toplumun vicdanıyla daha uyumlu kılıyor.

Devlet Bahçeli’nin dün Meclis’te söylediği şu cümleye bakın:

“Sevmeyenin terk etmesi yerine, öncelikle bizi ona sevdirecek, beraberliğimizi saydıracak bir yaklaşımın hâkim kılınması bizim siyaset anlayışımızın vazgeçilmezlerindendir.”

Ne dersiniz; sizce, Başbakan’ı düşündürmesi ve son demeçlerinden sonra biraz olsun utandırması gereken bir cümle değil mi bu?
TARAF YASEMİN ÇONGAR 19.11.2008
Yazarımız CHP siyaset mantığını cok iyi bir şekilde analiz etmiş. Özellikle Deniz Baykal'ın bazı hareketlerden bir kaç tanesi bence biraz oturup düsünmek lazım CHP NİN
yapmak istediği nedir yerel seçim arefesinde. Kısacası HALKIMIZI KANDIRMAKMI?BUNUDA en kolay yolu DİNİ kullanarak insanları kandırmak.dahası şeçimler başlamadan farklı tarzda siyaset oyunları oynuyorlar.,Seçimler başlarken niye farKlı hallere giriyorsunuz.YAPTIĞİNİZ LAİKLİĞE VE LAİK BİR TOPLUMA YAKIŞMIYOR herhalde 6 OK TAN birtanesini unutunuz. bence siz unutmak istiyorsunuz .ACIKCASI ben üzülüyorum chp için Çünkü yıllardan beri var olan bir parti daha hala safını belliettirmemiş olması.çok yazık ,veyahut KOKUYORLARMI ama kokmasınlar zaten bilinçli halkımız chp'nin oynadığı siyaset oyununa ayak uydurmayacaktır.ANCAK CHP KENDİNİ KADIRACAKTIR
behcet ender

18 Kasım 2008 Salı

MUTLU OL BU BİR EMİRDİR

MUTLU OL BU BİR EMİRDİR

Başlarken





başlarken...


Bu paylaşım sayfanı açmak nargile içmek kadar kolay fakat;


bu paylaşım sayfasını devam ettirmek dünyayı ters çevirmek kadar zordur....



Behcet Ender